10 Mart 2013 Pazar

Çok sevdiğim insandan Mektup

     Bir adım daha attığımda farkettim sen olmayı. Geriye hiçbirşeyin anlamı olamayacağı kesin olan bir düştü bizimkiler, bizimkiler uzak, bizimkiler kırgın, sefil ve susacak dillerimiz. Anlatamayacağız kimseye, inan günaha boğulacağız. Tarifi yok biliyorsun. Kimsesiz kaldığımı söyleme, işitmesinler..

     Sancılı bir doğumun tam ortasındaki çığlık gibiyiz. Doğuran ile doğanın orta yerindeki bu kanlı pazar, bu iltifat, bu zarfı açılmamış mektuplar o kadar kırık notlar ki hepsi. Pul konmaz dile, postacı gariban, dünyadan uzak yerde bu doğum günü şimdi. görmesinler, bilmesinler..

     Bağıracağını bile bile kelimelerin bu orta yerinde şimdi bu şarkılarda nerden çıktı. Gideceği adresi bilmez ki bu. Bu kayıplar edilgen, bunlar sakladığın onca yalnızlığın pusulası olacakken hem. Hani dağlardı akşamların da gece koymazdı sana. Şimdi bir kahvaltının orta yerinde çaysız kalmayı becerebilir onuda sigarasız yaşar insan. Dumanı yok, zehiri yok.
                                                       *  *  *
     Kanaat getirdim şimdi. Dünyanın her yanı karanlık senin için. İçin için yediğin bu sofraların tarumarını saklamanın anlamı da kalmıyor. Sofra bezi gibi yalnız kalmalar, bir çırpıda dökülen kırıntıların ne denli değerli olduğunu pencereden gizlice uçuşuna şahitken birde, birde minare böceklerinin ezan sesleri. Vakitsiz işte her cenaze, her gidiş ve bir adet ceset. Saklasan da faydası yok ki. Bir terlik parçası, iki düğme ve boyuna ilştirilmiş kravatın idam sehpalarına benzeyişi. Salına salına hem, onuru kelebeklerde..

     İki dilim ekmek, soğanın gözlerde bıraktığı yaş ve fakir bir baba. Ne onurlu en sevdiğim kadınların bu duruşları. Bir lafım yok hiçbirine, kurban olduğum sevdama imtihan herşey, yaktım kendimi hemde tepeden tırnağa kırk gün..
                                                       *  *  * 
     Biliyorum acımasız bir günah tohumu ekiyoruz bazen kendimize, ne ağlamayı ne gülmeyi becerebiliyoruz bu zamanlar. Bir hapşuruk kadar kısa ama ne yaparsın o an bile kalp duruyor. Ondandır iyiniyetlerimiz. Biliyorum ölsen kıyamettir bu ömüre, biter herşey. Bebekler susar, cıvıl cıvıl ağaçlar kurur, sular çekilir bedenden dağlara doğru, sıvışır bir köşeye kötüler, toprak altı değil mi göçü başlatan bu kabadayılıklarımıza ket vuran. Vurulduk, işitmesinler..

     Masal anlatıcıları, canımızın dermanları, erkekler, kadınlar, sevgililer, çocuklar, babamız ve üç büyük sevdamız. Merhem olduğunu sandığımız etraflıca dost birikintileri, cemiyet hayatımız, mekan arkadaşlarımız, kandıklarımız, yaralarımız ve su taşıyan ördek canlısı akbabalarımız. Dumansız bir oda hepsi ateş içinde. Bir zırh korur işte o an seni ve en sevdiğin elbiseni. Bıraksan kendini ağlayacak halde eski kilim, eski televizyon, eski bir şarkı ve yeni bir duvar resmi. Ölüm ile yaşam arasında hepsi ince bir doku nakli. Öldürmesinler..

     Kanayacak biliyorum bu ülke, yalnızlaştıracak önce hepimizi ve öyle bir an gelecek ki bir tek metrekare kalacak koca çölde hepimize. Ne satın alabilecek bir ağaç ne kuyu suları ile beslenecek bir kuş kalacak. Satılmıştır artık karanlıkta her aydınlık.

     Bir bardak nefes için dünyayı yıkan sevgiler varken şimdi bir bardağın içine sığan dünyayı alt etmişiz. Talan etmişiz. Anlamasınlar..

     Umut dünyanın en güzel duygu tanesi iken balıklaşan hafızalarda bu denli uzaklaşmasını sağlayan herkesten uzak durman dileğim ile..

Sevgilerimle

Çetin Sancar :)                                                                10, 03,2013

1 yorum: