4 Nisan 2013 Perşembe

Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar

Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,

kitap ve kalp çalmak serbestti,

İçimizden bir şey tut dendiğinde en çok aşk,

Dışımızdan bir şey tut dendiğinde en çok devrim tutardık,

Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,

Okur yazar değil okur yaşardık,

Cimri değildik hayallerimizde,

İşaret ve itiraz parmağını yitirmeyen çocuklardık,

Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,

Çokta az, azda çoktuk.

Yaa,

İşte böyle,

Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,

Pencereler devlete, sokaklar aşka boyanırdı.

Alıntılar meşk ederdik fasılasız fasıllarda,

Tünelin ucundaki aşıklardır

Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,

Kapılardan pencerelerden karışırdık sokaklara,

Halleşir harlaşırdık meydanlarda,

Şimdiyi sorarsanız bana,

Zamane zamanları sorarsanız,

Sokaklardan, düşlerden ve aşklardan

Emekli olduğumuza hiç mi hiç şahit olunmamıştır…

- Sezai Sarıoğlu...

31 Mart 2013 Pazar

Yorgun akşamlarda..

Yorgun akşamlarda,
Yaslarsın sırtını dostlarına,
Kahkahaları getirir Gülüşler,
Ölüme bile kafa tutar sevinçler,
Çay ne güzeldir sizinle,
Akşam ne güzel,
Koca bir yaz gibi,
Yeşilin bana verdiği haz gibi

22 Mart 2013 Cuma

Öldükten Sonra

Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan

Muzaffer Tayyip Uslu

17 Mart 2013 Pazar

Gitme Vakti


Çay içmek için duruyor kadın,
Bir gözünden aşk çıkıyor,
Bir gözünden şeytan,
Sonra yanaşıyor insana,
Bir çift söz fısıldıyor,
Mutluluktan uçuyor insan,
Bir söz fısıldıyor,
Mutluluk boğazına takılıyor,

Şiirlerimden Bir Kaç Satır, Karlar altında
18/03/2013

14 Mart 2013 Perşembe

10 Mart 2013 Pazar

İstanbul


Oturup bir şehire şiir yazmak istersin sadece susup kalırsın..


Çok sevdiğim insandan Mektup

     Bir adım daha attığımda farkettim sen olmayı. Geriye hiçbirşeyin anlamı olamayacağı kesin olan bir düştü bizimkiler, bizimkiler uzak, bizimkiler kırgın, sefil ve susacak dillerimiz. Anlatamayacağız kimseye, inan günaha boğulacağız. Tarifi yok biliyorsun. Kimsesiz kaldığımı söyleme, işitmesinler..

     Sancılı bir doğumun tam ortasındaki çığlık gibiyiz. Doğuran ile doğanın orta yerindeki bu kanlı pazar, bu iltifat, bu zarfı açılmamış mektuplar o kadar kırık notlar ki hepsi. Pul konmaz dile, postacı gariban, dünyadan uzak yerde bu doğum günü şimdi. görmesinler, bilmesinler..

     Bağıracağını bile bile kelimelerin bu orta yerinde şimdi bu şarkılarda nerden çıktı. Gideceği adresi bilmez ki bu. Bu kayıplar edilgen, bunlar sakladığın onca yalnızlığın pusulası olacakken hem. Hani dağlardı akşamların da gece koymazdı sana. Şimdi bir kahvaltının orta yerinde çaysız kalmayı becerebilir onuda sigarasız yaşar insan. Dumanı yok, zehiri yok.
                                                       *  *  *
     Kanaat getirdim şimdi. Dünyanın her yanı karanlık senin için. İçin için yediğin bu sofraların tarumarını saklamanın anlamı da kalmıyor. Sofra bezi gibi yalnız kalmalar, bir çırpıda dökülen kırıntıların ne denli değerli olduğunu pencereden gizlice uçuşuna şahitken birde, birde minare böceklerinin ezan sesleri. Vakitsiz işte her cenaze, her gidiş ve bir adet ceset. Saklasan da faydası yok ki. Bir terlik parçası, iki düğme ve boyuna ilştirilmiş kravatın idam sehpalarına benzeyişi. Salına salına hem, onuru kelebeklerde..

     İki dilim ekmek, soğanın gözlerde bıraktığı yaş ve fakir bir baba. Ne onurlu en sevdiğim kadınların bu duruşları. Bir lafım yok hiçbirine, kurban olduğum sevdama imtihan herşey, yaktım kendimi hemde tepeden tırnağa kırk gün..
                                                       *  *  * 
     Biliyorum acımasız bir günah tohumu ekiyoruz bazen kendimize, ne ağlamayı ne gülmeyi becerebiliyoruz bu zamanlar. Bir hapşuruk kadar kısa ama ne yaparsın o an bile kalp duruyor. Ondandır iyiniyetlerimiz. Biliyorum ölsen kıyamettir bu ömüre, biter herşey. Bebekler susar, cıvıl cıvıl ağaçlar kurur, sular çekilir bedenden dağlara doğru, sıvışır bir köşeye kötüler, toprak altı değil mi göçü başlatan bu kabadayılıklarımıza ket vuran. Vurulduk, işitmesinler..

     Masal anlatıcıları, canımızın dermanları, erkekler, kadınlar, sevgililer, çocuklar, babamız ve üç büyük sevdamız. Merhem olduğunu sandığımız etraflıca dost birikintileri, cemiyet hayatımız, mekan arkadaşlarımız, kandıklarımız, yaralarımız ve su taşıyan ördek canlısı akbabalarımız. Dumansız bir oda hepsi ateş içinde. Bir zırh korur işte o an seni ve en sevdiğin elbiseni. Bıraksan kendini ağlayacak halde eski kilim, eski televizyon, eski bir şarkı ve yeni bir duvar resmi. Ölüm ile yaşam arasında hepsi ince bir doku nakli. Öldürmesinler..

     Kanayacak biliyorum bu ülke, yalnızlaştıracak önce hepimizi ve öyle bir an gelecek ki bir tek metrekare kalacak koca çölde hepimize. Ne satın alabilecek bir ağaç ne kuyu suları ile beslenecek bir kuş kalacak. Satılmıştır artık karanlıkta her aydınlık.

     Bir bardak nefes için dünyayı yıkan sevgiler varken şimdi bir bardağın içine sığan dünyayı alt etmişiz. Talan etmişiz. Anlamasınlar..

     Umut dünyanın en güzel duygu tanesi iken balıklaşan hafızalarda bu denli uzaklaşmasını sağlayan herkesten uzak durman dileğim ile..

Sevgilerimle

Çetin Sancar :)                                                                10, 03,2013

8 Mart 2013 Cuma

Aşkı kurcalamak..

İçimdekileri anlatamıyorum sana, kimseye. Yaşadıklarım aklından başka nerde yer edebilir? kalbinde tutabilirmisin bunu. Aklına sığdırırmısın yoksa? uçar gider mi konusulanlar? belki kalır, belki gider ama benden birşeyler çalmış olacaksın o zaman. Hep sana dair birşeyler anlatmaya başlayacaksın bu sefer düşünmediklerim düşüncemi kaçırtacak deli olacağım. Aklım gönlüm yarım kalacak yeniden canlanacak eskiler, başarabilirmisin kurtarmayı. Sana bir hikaye anlatacağım belki beni bundan kurtarmak istersin.

Birgün köyün birinde Serserinin biri varmış hayatında hiç aşk denen bir hastalığa yakalanmamış. Öyle bir duygunun varlığı bile onu huzursuz edermiş o yüzden hep kaçarmış. Burdaki köylüler tüm ihtiyaçlarını hastahane vs. bu köye 3 kilometre kadar uzaklıktaki diğer ilçeden giderirlermiş. Fakat bu köyde yaşanan bir kaç ilginç olay varmış buda köylülerin hayli korkmasına neden oluyormuş. Köylülerden bazıları geceleri ilçeye yayan gitmek zorunda oldukları için 3 kilometre yolu yürümek zorunda kalıyorlarmış. Köyde yayılan bir kehanete göre ilçeye giden bazı kişilerin gecenin karanlığında perilerin yaşadığı bir ev gördüklerini iddia ediyorlarmış. Serseri ise bu durumun anca hikayelerde olabileceğini ve çocukluk yıllarında babaannesini hatırlatan ve onun anlatığı bir kaç saçma hikaye olarak değerlendiriyordu. Bir gün serseri, gece babasının hastalanması üzerine ilçeye gitmeye karar verir. İlçeden doktor getirtecekti babası için. O sırada ne olur ne olmaz diyip tabancasını da yanına alır. Serseri, daha çok küçük yaştayken annesini kaybetmiştir. Annesi köyce çok sevilen bir kadındı, çok genç yaşta kalp krizi geçirmiştir. Serseri ailesinin tek evladıdır. Babasıyla beraber yaşardı ve babasını çok severdi.

Yol'a koyuldu serseri. Türkü söyleyerek gidiyordu. Hiçbirşeyden korkmazdı, insanlar hakkında kötü düşünmezdi, annesine benzetirlerdi onu. Yolda giderken annesini düşündü. Kafasında kurdugu bir anne profili vardı hep. Annesine ait bir fotograf bile yoktu fakat hep onu kendi aklına giydirirdi. 

Yürürken büyük bir gürültüyle bir şeyin koşarak ona doğru geldiğini farketti, irkildi. Tabancasına sarıldı, karanlıkta ne oldugunu göremiyordu. Silahı sıkmaya başladı gürültüye dogru fakat ses giderek artıyordu. Yapacak birşeyinin olmadığını görünce yakınındaki ağaca çıktı. Bir süre bekledikten sonra o şeyin  sesinden domuz oldugunu anladı ve gitmesini bekledi belli bir zaman. Ortalık duruldugunda yola koyuldu. 

Yolun yarısına geldiğinde, bir ev gördü ışıl ışıl parlayan, evdi burası, ilgisini çekti. Oraya gitmeye karar verdi. Eve yaklaştıkça ona birisi sesleniyordu. Fakat ne dediğini tam olarak duyamıyordu, göremiyordu da ona seslenen kişiyi. Evin çok yakınına geldiğinde. Bir kadından geldiğini duydu bu sesin evet çok güzeldi bu ses radyo da çalan bir müzik gibi bağlıyordu kendisine.

O ses "Aşk'ı " diyordu serseri gerisini anlamıyordu. Ses kesildi. Kapı açıldı. Çok güzel bir şatoydu burası. Daha önceden hiç insan ayağı değmemiş gibi. Gözleri kamaşmıştı ışıktan. Serseri içeri girmeye karar verdi biraz korkuyla fakat görmek istiyordu o güzel sesli bayanı. Küçük adımlarla içeri girdi.

Şimdi hikayemi burada kesmek istiyorum. Şimdi olayı baştan alırsak serserinin babası hastalanmasaydı, yola çıkmazdı, buraya gelmezdi, o güzel sesli periye aşık olmazdı. Bu hikayeme göre aslında bizim yaptığımızda tamamen bu, asla olmayacak bir aşkın peşinden koşmak.( Aynı dünyalara sahip olmayanlar). Anlatmak istediğim şu, çoğu zaman aşkı beceremiyoruz. Neden hiç olmuyacak bir aşkın peşinden koşuyoruz? Sizlere sorarım. Ben mi sizi kurtardım :), yoksa aynı hataları yapmaya devam mı edeceğiz..

Bu Benim Hikayem..




YOL 

Bir uzaklık belirdi gözümde ben yürüdükçe uzayan sonu olmayan.. Yürüyordum dünyadan habersiz bir şekilde öylece yürüyordum çıplak kalmış gibiydi bedenim üstüm başım darmadağan, üzerimde paçamdan diz kapağıma kadar yırtık bir pantolon ve kolları yırtık bir gömlek. Yüzyıllardır çekilmiş acıların eseri gibiydi içimdeki acılar ama halen yürüyordum sanki bir mutluluk arıyor gibiydim o yolda, gökyüzünde karanlık ve içimde karamsarlık yaratan yeşilliklerden yoksun ağaçlarla kaplıydı o yol. Geriye dönmek istemiyordum çünkü o sonsuzlukta birşeyler vardı biliyordum. Biraz ilerledikten sonra gözle görülebilir bir uzaklıkta görüntüsü gözlerimi kamaştıran yorgunluğumu atabileceğim yeşil bir ağaç gördüm ve yanına gittim. Yanında huzur bulacağımı hissettim çünkü o kadar güzeldi ki baktıkça huzur buluyordum, yanına uzandım öylece gözlerimi kapadım elimi ağaca uzattım ve öylece uyumak istedim bu güzellik karşısında yatamazdım herhalde diye düşündüm tekrar gözlerimi açtım ve ağaç solmuştu hayretler içinde kaldım yoluma devam etmeliydim öyle istiyordu sanki birileri. 


Kaybolmuştum bu yolda sessizlik vardı, ne korku yaratan yabani hayvan sesleri ne de bu yolda ilerleyen bir araba sesi duyulmuyordu. Sadece baykuş sanki kötülükte benimle beraber ilerliyor gibiydi. Uzaklarda büyük bir ev gördüm evden çıkan ışıklar karanlığa umut gibiydi. Koşmalıydım öyle hissettirdi dürtülerim. Büyükçe kapısı olan bu evin önünde durdum ve girmek için kapısını araladım, kapıyı aralamamla ev yerle bir oldu. Ve gözlerimi açtım terler içinde kabustan.


Sevgilim, karanlıkta ışıl ışıl parlayan o güzel ağaç SEN zaman öyle bi geçmiş ki gözlerimi kapadığımda, açtığımda sen benden çoktan gitmişsin.Ve onca zamandan geriye kalan yıkık bir ev (harabe bir yürek).